JAK  İHMALYAN             
1922 - 1978                  


  

Ana Sayfa

Biyografi

Ben Kimim?

Foto Galeri

Video Galeri

Boyalı Resim

Grafi Sanatı

Yakma Sanatı

Şiirlerden Seçki

Hakkında

Düşünceler

Bağlantı






H A K K I N D A

Ara Güler

Büyükada'nın az sisli bir sabahında yokuşu tırmanan satıcının silueti zar zor seçiliyordu. Etrafta uçuşan martılar, birbirleriyle konuşur gibi bağıra çağıra silueti takip ediyor, satıcı istifini bozmadan yoluna devam ediyordu. Nihayet yokuşun üzerindeki tahta eve vardı. Durup derin bir nefes çekti… Yorulmuştu. Evin kapısında ihtiyar bir kadın belirdi, konuştular, anlaştılar ve satıcı kese kâğıdına bir şeyler doldurup kadına uzattı. İşte o kadın, dostum, arkadaşım Jak ve Vartan İhmalyan'ın annesiydi.

Bizim yazlığımız da Büyükada'daydı. Yörükali (Yorguli) yolundan yüzmeye giderken yukarıya baktığımda toprak yolun sonundaki tahta eve takılırdı gözüm. İhmalyanların evi olduğunu bilirdim ama o tepeye çıkmayı gözüm kesmezdi. Ancak yolum yukarılara düştüğünde yokuştan inerken bazen çalardım kapılarını. Jak o ara hapisten yeni çıkmıştı. Çok güzel resim yapardı. Bir dergide de desenleri yayımlanıyordu. Bir gün bana "Dur senin bir portreni çizeyim" dedi ve dediğini de yaptı. Beyaz bir kağıda benim portremi çizdi ve imzaladı; Jak İhmalyan. Tarih 8 Eylül 1948 idi.

Aradan kısa bir zaman geçmişti ki, Türkiye'de onu tedirgin eden atmosferden kurtulmak için Beyrut'a gitti. Birkaç sene görüşemedik, ara sıra haberlerini duyuyordum. Mari adlı İstanbullu bir kız ile evlenmişti. Daha sonra araştırınca Mari denen bu kızın Getronagan Lisesi'nden sınıf arkadaşım olduğunu öğrendim. Demek Jak arkadaşımız Mari ile evlenmişti. Jak Beyrut'ta, Mari İstanbul'dayken, mektuplaşarak anlaşmışlar; ikisinin de dünyası iyi uymuş olacak ki, böyle bir karar almışlar.

Yine seneler geçti, Jak artık sevdiği yeni dünyasının adamı olmuştu. Moskova'da oturuyordu. Bir kış günü bizim de yolumuz Moskova'ya düştü. Çok soğuktu... Öyle soğuktu ki, havaalanından arabaya kadar başıma şapka takmadan gidemedim. Dayanamadım, gittim bir kalpak aldım ve öyle Moskova'ya vardım. Yanımda arkadaşım ve dostum Oğuz Akkan da vardı. Jak ve Vartan bizi karşılamaya geldiler. Bizi Jak'ın tek odadan ibaret atölyesine götürdüler. Loş bir ışığın aydınlattığı odada Jak birkaç tablo gösterdi. Ben ise daha fazla Jak ve Vartan'ın portrelerini çekme heveslisi idim. Ve öyle de yaptım. Bir sürü portre çektim, sonra da Jak'ın evine yemeğe gittik. Vartan'ın evi ise başka bir semtteydi.

Seneler sonra sınıf arkadaşım Mari'yi görünce çok sevindim. 0 da sevinmişti ve muhabbete daldık. Vartan Çin'deki radyoyu nasıl kurduklarını anlatıyordu. Kendisi meşhur "Moskova'nın Sesi" radyosunun Türkçe Servisinde çalışıyordu. Her akşam belli bir saat Türkçe yayın yapılıyor ve bilgi veriliyordu. Sonradan Çin'de ve Pekin'de de Türkçe yayın başlatmışlardı. Jak ve Mari de Çin'e gitmişti. Birkaç yıl orada kalıp, sonra yine Moskova'ya dönmüşlerdi. İşte Vartan İhmalyan bütün bunları bir bir anlatıyordu. O gece geç saatlere kadar sohbet ettik.

Başka bir sefer, bu defa Moğolistan'a gitmek için yine Moskova'ya gitmiştim ki, kötü bir haber aldım. Jak ölmüştü. Jak'tan geriye hatıra olarak oğlu Vaçe ve karısı Mari kalakalmıştı. Vartan çok üzgündü.

Jak'ın başına gelenleri anlattı. Ressamlar Birliği, Moskova dışında Jak'a çok eski, âdeta harabeye dönmüş bir bina vermişti atölye yapması için. Jak da onun tamirini üstlenmişti. İşte bu tamirat işi ile uğraşırken eli pislik içinde bir çiviye takılıp yırtılmış, sonra mikrop alıp apse yapınca Jak zehirlenmiş. Yarası bir türlü iyileşmemiş, apse gittikçe büyümüş ve Jak'ın ölümüne neden olmuş. Arkadaşım Jak İhmalyan artık yoktu. Vartan onu alıp Erivan'a götürdü, ama kendisi Moskova'dan başka bir yere gitmedi, kendi ölümünü bekliyor, kardeşi Jak'ın yanına gömülmek istiyordu. Vartan hatıralarını yazmaya başladı ve o meşhur kitabını yayımladı. Bu bir biyografi kitabı idi ama içinde siyasi bir sürü anlatım vardı. Türkiye Komünist Partisi'nin içyüzünü anlatıyordu. Cem Yayınları'nın sahibi arkadaşım Oğuz Akkan onu basacağını söylediğinde Vartan'ın annesi bir şart koştu: "Biz ölmeden lütfen neşretmeyin" dedi.

Aradan yine zaman geçti, artık Vartan ve annesi de ölmüştü. O ara Moskova'daki tanınmış bir galeride Jak'ın tablolarının retrospektif sergisi düzenlenmişti. Serginin yerini öğrendim ve gittim. Jak'ın tabloları birinci katta uzunca bir salonda sergileniyordu. Mari orada idi, ara sıra ziyaretçilerden vakit buldukça konuşuyorduk. Mari tam bir militan kılıklı kadın olmuştu artık. Ona dönüp şöyle dedim: "Herhalde artık buradaki macerayı bitirir ve yurda dönersin." Dik dik bana baktı ve bunun imkânsız olduğunu söyledi. "Yok yok, biz burada iyiyiz. Sen merak etme, biz yaşadığımız dünyadan memnunuz" dedi.

O gün bir sürü fotoğraf çektim, tam istediğim gibi olmadı ama hiç yoktan iyi idi. Şimdi bu çektiğim fotoğraflar bu kitabın görsel malzemeleri arasına girdi.

Zaman zaman düşünürüm, her kayıt tarihi bir malzemedir. Ben de bu maceranın sonunda bir şeye yaradım diye memnunum.

Şimdi Büyükada'ya gitsem o toprak yoldan yukarı bakınca acaba Jak ve Vartan'ın tahta evini görebilir miyim? Yokuşu çıkan gölge adam kapıyı çalıp da İhmalyanların anasına kese kâğıdına koyduğu yemişleri bir daha verebilir mi?

Diyecek bir şey bulamıyorum; sadece Jak'ın sık sık tekrarladığı o deyimi hatırlıyorum;

Hey dibi delik kavanoz götlü dünya!

Mayıs 2012, Gümüşsüyü

Copyright © 2007 & Web-design: Vache Ihmalian

Сайт создан в системе uCoz