Kimliğim sorusuna karşılık
1922 doğumlu, doğma büyüme İstanbulluyum. Anam babam Anadolulu olduğundan kentlilik yanında gelenek ve görenek bakımından, bir dereceye Anadolu uşağı da sayılabilirim. Demem şu ki Anadoluyu hiç yadırgamam. Oldum olası bilinçli ya da bilinçsiz, her yaşımda resim yapmışımdır. Her çocuk ana babasının kucağında sevilirken kendisine gösterilen sevgiden ötürü ya nazlanır ya da azıcık olsun yüz alır, şeker meker birşeyler ister. Ben ise kalemin var mı? Dermişim. Hemen babamın cigara paketinin arkasına karalarmışım. İlk resim sevgisini boş zamanlarında çocuksu resimler yapan babamdan aldım, resmin ne olduğunu 14-15 yaşlarımda Abidin Dinodan öğrendim (ayda bir iki kere kendisine götürdüğüm tomar tomar desenlerimden sağlamları seçerek doğru güzele yönetirdi beni). İlk Akademik öğretimi de bol bol bilgi verdiği halde öğrencilerini duygularında ve uygulamalarında hiç sıkmayan değerli hocam Bedri Rahmi Eyuboğlundan aldım.
Kendimi bildim bileli, değil bir toplumda, bir ailede bile haksızlığa güçlünün güçsüzü, kurnazın temizi ezmesine dayanamamışımdır. Bundan ötürü sevdiğim ve savunmak istediğim kişileri, canlıları çizer dururum. Natürmort bile yapacak olsam, kristal vazolarda soylu yemişlere pek elim varmaz da, mutsuz ya da yarı mutlu çoğunluğun alçak gönüllü sofrasına gidi gidiverir fırçam.
Hayat ve sanat problemleriyle ciddi olarak ilgilenmeye pek erken başladım. Bunda çocukluk dönemi diye bir dönem yaşamayamayışımın ilkokulun 5 inci sınıfındayken geçim sıkıntısı çeken ayleme ağır benden çalışmalarımla yardım etmek zorunda kalışımın büyük bir rölü olsa gerek. Daha 15 yaşındayken Abidin Dino, Nuri İyem, Selim Turan, Avni Arbaş, Haşmet Atay, Turgut Atalay gibi benden 10, 15 yaş büyük olgun ressamlardan hocam, arkadaşım dostlarım, 17 yaşında ise genç ihtiyar yoldaşlarım vardı.
İlk katıldığım sergi, yukarda adını saydığım ilerici ressamlarla birlikte açtığımız «Liman» sergisi oldu. İstanbuldaki önemli sergilerin açılış törenini bir gelenek olarak önemli kişiler açar. Vali, belediye başkanı, büyük yazarlar gibi. Biz ise ilk kez geleneği bozmuş balıkçılar birliğinden basit bir balıkçı çağırmıştık. İş elbisesi çizmeleri ve muşambasıyla geldi ve kurdelayı kesti. Bu sergi İstanbulun gerek sanat hayatına gerek politik hayatına unutulmamak üzere giren bir olay oldu. Okadar büyük rağbet gördü ki gerek sergiye katılan ressamların çoğunun solculuğu gerek sergideki resimlerin konularının iktidarın hoşuna gitmemesi yüzünden üç dört gün sonra sergi polisce kapatıldı. 1944 komunist tevkifatında «Liman» sergisi ve sergiye katılanların adı çok geçmiştir.
Solcu bir sergiye izin verilmiyen bir ülkede komunist eylemlere izin verilemiyeceği kendiliğinden anlaşılır. Oysa ki o yıllarda ikinci dünya savaşı en ağır günlerini yaşıyordu. Bizim de birşeyler yapmamız gerekti. Ben de kendi payıma antifaşist cephenin kurulmasında üniversiteli gençler arasında çalıştım. Türkiyede ne sergi yapabiliyor ne de Türk gazetelerinde siyasi görüşlerimizi savunan resimler bastırabiliyordum. Yardımıma İtalyan sosyalistlerinden professör Ezzio Bartalini yetişti. İtalyan dilinde çıkan «İl mesacero» gazetesine benden 4-5 desen bastı.
1944 te İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi diploma kursu öğrencisiyken dersaneden alıp götürdüler beni tutukladılar. Komunistler arasında en küçük olduğumdan yaşlı yoldaşlarım adımı «çocuk» koymuşlardı. Sovyet ordusu faşistleri batıya sürdükçe Türkiyede hapisanedeki komunistlere karşı muamele yumuşamağa başladı. Nihayet Sovyet zaferi neticesinde serbest bırakıldık. Bu sefer 1945-1946 da esen demokratik havadan yararlanarak Türkiye sosyalist emekçi köylü partisini kurmaya başladık. Partimizin seçim afişlerini çizdim aynı zamanda propaganda bürosu üyesi oldum. Sanat kolunda çalıştım. Hatta yaptığım afişleri İstanbulun yaşadığım kesiminde bizzat kendi elimle yapıştırırken yakalandım. Türk burjuvazisi kurnazca bir oyun oynamıştı. Sosyalistlere serbestce teşkilãtlanma hakkı mahsus vermişti. Pek kısa bir zamanda safları alabildiğine gelişen partimizin en faal üyelerini yakalıyabilmek ve partiyi kapatmak için. Öyle de yaptı. 1946 komunist tevkifatı başladı. Nazımdan başka hemen hemen bütün Türk komunistleriyle hapisanelerde tanıştım. İllegalitede Nazımla giyaben tanışırdık. İlk defa kendisiyle 1956 da Polonyada kucaklaştık ve orada «Güneşi içenlerin türküsü» adlı şiir kitabını resimledim.